otoban akşamlarına
kaçtığım zamanlarda
ya da çekinmezken uzak
köylerin kuşkulu parıltısından,
yani akrabalarımın
gürültüsü muğlak iken henüz
geçip giderdi her şey bir
dostun avlusunda
sokulurdum en ince
sızılarına hayatımın
mendilsizliğimle oturuyorum
şimdi görgüsü kibirden sofralarda
benden bana çarpıp
yansıyor bu kibir
çarpıtıp donuklaşıyor
yansıdıkça
alıyor beni acemi
meleklerin kollarından
kafamı zonklatıyor
mendilsizliğim
cetvelim, gönyem,
acı ölçer oturmalarımız
ılık akşamlarda
hiç bir şeyin hazırlanışı
değilmiş anladım
yapay bir başlangıç
tattım
unuttum her başlangıcın
başından beri suni olduğunu
artık daha çıplak ve
yalancıyım
nezaketim ve konuştuklarım
nasıl da ciddi
bölünerek dalıyorum kirli
küvözlerine insanların
nefessizliğim, tabiatım
oluyor birden
bir evrim işliyor tersinden
bozkırın müphem
merhametinden medet ummuyorum
hayranlığım gittikçe
kristalleşiyor içimde
yalnız o uzun ayakları
kalıyor attığım köprülerin
kelimelerin bir bir intihar
ettiği sancaklar olarak
sesim, ses olmaktan çıkıyor
kelimeleri iterken
yoğun bir sis altında
kalıyor tanrısı körlerin
böylece eriyor imanlarına
doğru o
bir vahdet-i vücut işliyor
tersinden
o mendille silinmeyecek olan
ağzım
hiç kirlenmemeliydi çağdaş
kaderlere girerken
metafiziksiz kreşlerden
Allahsız yetimhanelerden
geçmeliydim
olmayanı olmayan cinsinden
alıp
olmayacağıma and
içmeliydim
böylelikle anlaştığımız
yokluk
hizmetleri için
şükranlarımız sunulurken
altın renginden düşerdi
kendini
deri koltuklarımız artık
incinemezdi.