8 Ekim 2018 Pazartesi

MAKAMDAN

ruhumu sabitlediğim uzaklık
yoruyor benim sinematografik esmerliğimi
grafikerlerin sayılar üzerinden anlaştığı tanrı
ressamların sormadığı sorular üzerinden
iknaya zorluyor renkleri
netliğin putluğu, aşağılıyor buğulu gözlerimi
kendinden buğulu görüntüler veriyor bana
böylece birikiyor 
sonradan görülmüş imitasyon anılarım.  

kalbimi yırtıp yırtıp içinde bulduğum inanç
yani uzaklığın o ulaşılmış hali
sahte bir gebeliği kanırttırıyor bana
haftasonu ile birleştirerek uzandığım yasal boşluktan
planlı meraklar duyumsuyorum
sinsice alt ediyorum güz'ül akşamlarımı

yorgun bir bilgisayar tıkırtısıyla ayıklıyorum hayatımın bitlerini
tık tık vuruyorum üstüne geçmişim
tamamen dibe doğru
tamamen damgalı
ve köşeli tamamen
böylece aklanıyorum terapi seanslarımda
kötülüğüm, acının kutsallığında eriyor
bir bahane kalmıyor mutlu olmaya
ya da olmamaya


12 Haziran 2018 Salı

İMA'DAN İMZALI


otoban akşamlarına kaçtığım zamanlarda
ya da çekinmezken uzak köylerin kuşkulu parıltısından,
yani akrabalarımın gürültüsü muğlak iken henüz
geçip giderdi her şey bir dostun avlusunda
sokulurdum en ince sızılarına hayatımın
mendilsizliğimle oturuyorum şimdi görgüsü kibirden sofralarda
benden bana çarpıp yansıyor bu kibir
çarpıtıp donuklaşıyor yansıdıkça
alıyor beni acemi meleklerin kollarından
kafamı zonklatıyor mendilsizliğim

cetvelim, gönyem,
acı ölçer oturmalarımız ılık akşamlarda
hiç bir şeyin hazırlanışı değilmiş anladım
yapay bir başlangıç tattım
unuttum her başlangıcın başından beri suni olduğunu
artık daha çıplak ve yalancıyım
nezaketim ve konuştuklarım nasıl da ciddi
bölünerek dalıyorum kirli küvözlerine insanların
nefessizliğim, tabiatım oluyor birden
bir evrim işliyor tersinden

bozkırın müphem merhametinden medet ummuyorum
hayranlığım gittikçe kristalleşiyor içimde
yalnız o uzun ayakları kalıyor attığım köprülerin
kelimelerin bir bir intihar ettiği sancaklar olarak
sesim, ses olmaktan çıkıyor kelimeleri iterken
yoğun bir sis altında kalıyor tanrısı körlerin
böylece eriyor imanlarına doğru o
bir vahdet-i vücut işliyor tersinden

o mendille silinmeyecek olan ağzım
hiç kirlenmemeliydi çağdaş kaderlere girerken
metafiziksiz kreşlerden
Allahsız yetimhanelerden geçmeliydim
olmayanı olmayan cinsinden alıp
olmayacağıma and içmeliydim
böylelikle anlaştığımız yokluk
hizmetleri için şükranlarımız sunulurken
altın renginden düşerdi kendini

deri koltuklarımız artık incinemezdi.


12 Ocak 2018 Cuma

NAGZ

bir kaç renk sonra öldük
ve solgun ve buyurgan bir cemre düştü boyunlarımıza
bir şeyler yazıp durdu yağmur bıyıklı adamlar
peki sonra neden silinirdi de hiç bakmazlardı ardlarına?
meğer vals edermiş mürekkepler uçtukları zaman
bense bunu ilk çirkinliğime yazdığım bir şiirde görmüştüm
dişlerim sararmıştı korkudan
nehirler sırtımdan aşmıştı
bir sır gibi ağırdı nefse
ki konuşsam nasıl açığa vuracağımı bilmediğim.  

her sabah yeniden dalaştığım bir memur gibidir yüzüm  
her gece alacalı bir işçi sakalı
kaçışmışlara ve kalıntılara açılan gözüm
zührevi bir tamamlamayı başlatıyor
bir avuç rüya
bir parça dumanla
dağınık,
ucuz,
gürültülü ve kendine çarpan
ne varsa yani artık
kendimden kendime hariç olan
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              
ölgün yanlarımın oynadığı bir skeç gibi
ince bir kefenle kapanıyor perde
tüylerim ürperse de toprağa doğru
rüzgarsız bir talanla kovalar kımıl sürüleri ellerimi 
bir demir gibi bükülür kağıtlara parmaklarım
kalır yazılar
buruk ve eksik

artık bütün kalanlar
bir tarihi yanlış okuma çabasınındır
okul merdivenlerinin boşluğuna düşen çocukluğum
engelleyememiştir pastoral söylemleriyle göğün renksizliğini
o temiz kağıtlarda gördüğüm kalabalığa yabancılaşmıştır korkularım
hizmet sektörü yorgunluğunu pazarlarken tanrısına
ufak günahlarının peşinde çürüyen dervişlerin
bıçaklanmıştır çöl düşleri esrarkeş virtüözlerce
yani bütün herkes kendi sanrılarının yalancı şahidiyken
dönüp de sorsam kaç mermimiz kaldı diye
kim diyecek bana omuzuma dokunup da:
en fazla bir kaç renk.

3 Ocak 2018 Çarşamba

YORGUN PERDE

o beklenilen yere benim
her nereyse yani kılıcına sarılıp
her nereyse yani bavulunu dağıtıp
ergen hırsları dolu göğsüm yaraşmaz
terlemez evrakların gerdiği avuçlarım
kir tutmuştur biteviye, bilinmez
bir koçaklama dökülmez dilimden
kalkmaz böğrümdeki kımıltı, göç eylemez
ve de beklemez söküşünü şafağın

ezgileri bir minyatürdür göğün göğsümde
parçalanmış etimi sıkıştırır dişliler
çiçeklerinden bıkmış bir bahar gibi soyunup
ellerinden ellerime hoyratça geçer
bozar inancımın taranmış saçlarını
adı birden karanlık olur gecenin
kendine çarpıp döner
dipsiz serzenişlerim

puşe kağıtlarla gelir çözdüğüm sırrın simsarları
elleri temizdir
güzelce törpülüdür tırnakları
ah o gözlükleri
ne güzel oturmuştur kafataslarına
serbestçe gererler göğüslerini güneşe doğru
hiç düşünmeden dönerler ardı sıra
bense hayatı böyle çektiğim zaman
ağlamaya yetmez boyu kirpiklerimin
alamam tozlarını
çamurlanır bütün seyrim

o beklenildik sokaklara
haklıya hakkını çar çur ettirirek
yorarak adaletin simetrisiyle kalbimi
geliyorum spiraller çizmeden
ama dümdüz değil
kalabalıklarda omuzlarım nasıl sallanıyorsa
ayaklarım nasıl sinirli
dizlerim nasıl mağdur oluyorsa
nasıl güceniyorsa ellerim
benzemezken hiçbir yerim hiçbir yerime
işte ben ve işte onlar olarak
çıkıyorum
bütün taslaklarımla

bütün pusunu kısmıştım geçmişimin
alıştığım yataklardan uyandım yeniden
o kötü rüyanın parçalarını
üleştirdim mevsimlere
bir tabiat noksanı gibiydim
kendinden radyasyonlu
yaşadıklarımı bir yerlerden hatırlıyormuş gibi yapmaktan

unutmuştum bütün yaşananları.