bir kaç renk sonra öldük
ve solgun ve buyurgan bir cemre düştü boyunlarımıza
bir şeyler yazıp durdu yağmur bıyıklı adamlar
peki sonra neden silinirdi de hiç bakmazlardı ardlarına?
meğer vals edermiş mürekkepler uçtukları zaman
bense bunu ilk çirkinliğime yazdığım bir şiirde görmüştüm
dişlerim sararmıştı korkudan
nehirler sırtımdan aşmıştı
bir sır gibi ağırdı nefse
ki konuşsam nasıl açığa vuracağımı bilmediğim.
her sabah yeniden dalaştığım bir memur gibidir yüzüm
her gece alacalı bir işçi sakalı
kaçışmışlara ve kalıntılara açılan gözüm
zührevi bir tamamlamayı başlatıyor
bir avuç rüya
bir parça dumanla
dağınık,
ucuz,
gürültülü ve kendine çarpan
ne varsa yani artık
kendimden kendime hariç olan
ölgün yanlarımın oynadığı bir skeç gibi
ince bir kefenle kapanıyor perde
tüylerim ürperse de toprağa doğru
rüzgarsız bir talanla kovalar kımıl sürüleri ellerimi
bir demir gibi bükülür kağıtlara parmaklarım
kalır yazılar
buruk ve eksik
artık bütün kalanlar
bir tarihi yanlış okuma çabasınındır
okul merdivenlerinin boşluğuna düşen çocukluğum
engelleyememiştir pastoral söylemleriyle göğün renksizliğini
o temiz kağıtlarda gördüğüm kalabalığa yabancılaşmıştır korkularım
hizmet sektörü yorgunluğunu pazarlarken tanrısına
ufak günahlarının peşinde çürüyen dervişlerin
bıçaklanmıştır çöl düşleri esrarkeş virtüözlerce
yani bütün herkes kendi sanrılarının yalancı şahidiyken
dönüp de sorsam kaç mermimiz kaldı diye
kim diyecek bana omuzuma dokunup da:
en fazla bir kaç renk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder